13 Mart 2012 Salı

OLIVER KAHN EFSANESİ ( 2002 DÜNYA KUPASI )

2001 yılında döndüğümüzde Bayern Munich'in kalesini koruyan Oliver Kahn hemen hemen tüm otoritelere göre Dünya'nın en iyi kalecisi olarak görülüyordu. Bayern Munich'le beraber şampiyonluklar yaşayan Kahn, tam anlamıyla Bayern'in en arkada oyuncusu olmasına rağmen itici gücüydü. 2001 yılında Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan Bayern'de aslan payı Oliver Kahn'daydı. Avrupa'nın en büyük kupasını kazandıktan itibaren dört ay geçmemişti ki Almanya ve Kahn tarihinin en ağır hezimetlerinden birini ezeli rakibi İngiltere'den aldı. İngiltere, Münich Olimpiyat Stadı'nda Kahn'ın koruduğu kaleye 5 gol atıyor ve 5-1'lik galibiyetle eleme grubu'nda liderliği ele geçiriyordu. Almanya'nın Dünya Kupası'na gitmesi için Play-off'ta Ukrayna'yı elemesi gerekiyordu. Kiev'de ki 1-1 'in rövanşında Almanya, Ukrayna'yı 3-0'la geçerek 2002 Dünya Kupası'nda bende varım diyordu.        



     
Almanya için Dünya Kupası kelimenin tam anlamıyla olağanüstü bir galibiyetle başladı. Turnuvaya merhaba dedikleri maçta Almanya, Suudi Arabistan kalesine tam 8 tane gol gönderdi. Gruptaki ikinci maç Kahn ve Almanya için oldukça zor geçti ve 1-1'lik beraberlik elde ettiler. Gruptan çıkmak için Almanya'nın önünde Kamerun vardı ve beraberlikte dahi Almanya üst tura çıkacaktı. Bode ve Klose'nin golleriyle Almanya 2-0 kazanıyordu kazanmasına fakat oynanan futbol kimseyi tatmin etmedi galibiyette Oliver Kahn önemli pay sahibiydi. Berliner Kurier gazetesi maçtan sonra ''Şans Kahn Klose Devam'' başlığı atıyordu. Oliver Kahn'ın efsanesi de bu maçta başlıyordu.Etkili bir futbol oynamamasına rağmen Klose ve Kahn'ın kalitesiyle üst tura yükselen Almanya'nın rakibi Paraguay'dı.

Paraguay maçında turnuvanın en kötü futbolunu oynayan Almanya'yı yeniden Oliver Kahn kurtarıyordu. Almanya maç boyunca tek bir pozisyon buldu ve onu Oliver Neuville gole çevirdi. Oliver Kahn tıpkı Kamerun maçında olduğu gibi maçın yıldızı seçildi. Kahn, Almanya'yı çeyrek finale taşıyordu.

Çeyrek finalde ki rakip Amerika Birleşik Devletleri'ydi. Kahn'ın Dünya'nın en iyi kalecisi ve bir efsane olduğunu kanıtladığı maçta bu maçtı. Almanya yine etkisiz bir futbol oynamasına rağmen Ballack'ın tek golüyle kazanıyor, Oliver Kahn ise gelmiş geçmiş en iyi kaleci performanslarından birini tüm dünya'nın gözü önünde sergiliyordu. Kahn üstüste üçüncü defa maçın yıldızı seçildi. Maçtan sonra Marca ''Almanlar kendi ders kitaplarında ki gibi futbol oynuyorlar gerisini Kahn hallediyor'' manşetini attı. Alman Neue Zurcher '' Tura mı ? Kahn mı ? Başarıya giden en basit yoldan Almanya yarı finale yükseliyor '' diye yazdı. İtalyan La Stamba gazetesi ise ''Ballack tencere Kahn ise kapağı'' manşetiyle yaratıcılığını sergiledi fakat en anlamlı ve net manşet Almanya'nın en yüksek tirajlı gazetesinden geldi. Bild, ''Kahn 1-0 ABD'' diye yazdı.




Almanya kaleci performansı sayesinde yarı finale kadar gelmişti. Karşılarında, turnuvanın ev sahipliğini yapan ve aynı zamanda İtalya ve İspanya'yı eleyen Güney Kore vardı. Ballack 75'te golünü attı ve maç 1-0 sona erdi. Kahn yine maçın en iyi isimleri arasındaydı. Kahn çıktığı altıncı maçta beşinci defa gol yemedi fakat Almanya için kötü haber Ballack'ın kart cezalısı olduğu için finalde Brezilya'ya karşı oynayamayacak olmasıydı. Hikayenin en trajik kısmı başlamak üzereydi.

Bir tarafta dünyanın en iyi golcüsü ve aynı zamanda turnuvanın gol kralı Ronaldo'nun Brezilyası diğer tarafta ise altı maçın beşinde gol yemeyen ve turnuvaya damgasını vuran dünyanın en iyi kalecisine sahip Almanya vardı. Alman futbolcular Brezilya'nın bekleri Cafu ve Roberto Carlos'un hücuma ilave olmasını engellemeye çalışıyordu ilk yarı itibariyle başarılı da olmuştu. İkinci yarıda Brezilya ataklarını sıklaştırdı. 67. Dakikada Rivaldo'nun şutunu kontrol edemeyip rakibin önüne çelen Kahn, bir anlamda Ronaldo'nun golüne asist yapıyordu. Ona sadece tek bir kişinin kızma hakkı vardı, oda kendisiydi. 79. dakikada Ronaldo'nun ikinci golüne de engel olamayan Kahn, Almanya'nın gardının düşmesine engel olamıyordu. Brezilya bir nevi Oliver Kahn sayesinde Dünya Şampiyonluğuna uzandı. Kahn maç bittikten sonra 15 dakika boyunca kale direğine dayanıp ağladı fakat olan olmuştu. Altın Ayakkabı ödülünü alan Oliver Kahn bu ödülü alan ilk kaleci ünvanını da elde etti. Kendisi için belkide hayatının en acı gününü yine en güzel o özetledi "Bir tesellimiz yok yedi karşılaşma boyunca yaptığım tek hataydı ve acımasızca cezalandırıldı."



     

8 Mart 2012 Perşembe

ESKİŞEHİRSPOR EFSANESİ

Takvim yaprakları 1964'ü gösterdiğinde Eskişehir'de futbol popülerleşmeye başlamıştı. Futbol takımı olmayan şehrin her yerinden futbolcu fışkırıyordu; Yüksel Özbek , Süreyya Özkafa , Fehmi Sağınoğlu ve Yalçın Atabay Beşiktaş'ta , Basri Dilimlili Fenerbahçe'de , Ergün Ercins Galatasaray'da ve daha bir çok oyuncu Türkiye 1. Futbol Ligi'nde ter döküyordu.

Şehirde ki insanların futbolu benimsemesinden sonra şehirde bir futbol takımı kurma fikri Eskişehir Ticaret Odası'nda konuşuldu ve gelir sağlar görüşüyle beraber alt liglerde mücadele eden İdman Yurdu , Akademi Gençlik ve Yıldıztepe klüplerinin birleşmesiyle Eskişehirspor 19  Haziran 1965 Cumartesi günü kuruldu. Türkiye Futbol Federasyonu , Eskişehirsporun 2. Ligde mücadele etmesine izin verdi.
Eskişehirspor'un ilkleri de şu şekilde gerçekleşti :

İlk Başkan : Aziz Bolel
En Pahalı Transferler : Yüksel Özbek ( Beşiktaş ) - 30000 TL
                                              Fethi Heper - 22500
                                              Nihat Atacan - 20000
Tüm takım : ( 150000 )
İlk antrenör : Abdullah Matay ( oyuncu - antrenör )
İlk Hazırlık Maçı : Eskişehirspor 2 - 0 Gençlerbirliği

Eskişehirspor 2. Ligde mücadele etme hakkı kazandıktan sonra şehri bir heves kaplamıştı ama yakın zamanda bu duygunun sadece heves olmadığı anlaşılacaktı.İlk Lig maçında Eskişehirspor evinde Kasımpaşa'yla oynuyordu.Eskişehir Atatürk Stadyumu'nda ki ilk lig maçı dolu tribünler önündeydi ve Eskişehirspor ilk lig maçını 2-1 kazandı. Eskişehirspor tarihinin ilk resmi golünü Fethi Heper kafayla attı.




ES - ES için işler kötü gitmemesine rağmen teknik direktörü değiştirip Yugoslav Borovic ile sözleşme imzalandı. Takım o dönemin sistemiyle ilk senede son sekiz takım arasına girme başarısı gösterdi ve çok kritik maçlar oynayacaktı. Bu maçlar başlamadan önce oyuncu, teknik kadro ve yöneticiler Emek Otel'İn terasında toplandı. Masaya ekmek, kılıç ve Kuran koyuldu ve futbolcular başarılı olacaklarına yemin ettiler.

Son sekiz maçlarında da başarılı sonuçlar alınıyor ve son üç maça girilirken Eskişehirspor'un 1.Lig'e çıkma şansı sürüyordu. Zorlu Bursa deplasmanına gidecek olan kafile tüm hazırlıklarını tamamlamış ve Bursa'da tırım tırım otel arıyordu bunun sebebi Bursa'da hiçbir otelin Eskişehirspor'u ağırlamak istememesiydi. Kafilenin yer bulabildiği tek yer Mudanya'da bir handı. Maç günü geldi çattı ve Bursa'da kritik mücadele başladı henüz 30. saniyede Fethi Heper golünü attı. Bu gol Bursa tribünlerini kızdırmış olacak ki iki takım taraftarları arasında olaylar başladı ve Eskişehirspor taraftarları taşlandı. ES ES futbolcuları tüm dikkatini sahaya veremiyordu fakat kaliteleri 3-1 kazanmalarına yetti. Olaylar yüzünden kafile stattan beş saatte çıkabildi. Takım Eskişehir'e döndüğünde her yer mahşer yeri gibiydi ve bir saat içinde şehirde dönerci kalmadı. Hepsinin camları indirildi ve 16 plaka arabalar Porsuk nehrine atılmaya başladı. Olayları emniyet güçleri güçlükle engelledi.
Koyduğu hedefe emin adımlarla giden ES-ES' in sondan bir önceki durağı Mersin'di. Takımın önemli oyuncularından Muzaffer Çil'in karısı hamile ve doğurmak üzereydi. Muzaffer Çil maça gidip gitmeme konusunda kararsızdı fakat takımı yalnız bırakmak olmazdı. Oda kafileyle beraber Mersin'e gitti. Eskişehirspor bu zorlu müsabakayı da 2-1 kazandı. Maçtan sonra soyunma odasına gelen Başkan Aziz Bolel, Muzaffer Çil'e bir oğlu olduğunu ve doğan çocuğa ''ZAFER'' ismini koyduğunu söyledi.

Süper Lig'e çıkmak için takımın önünde artık tek bir engel vardı ; Ankara Şekerspor. Eskişehir Atatürk Stadyumu'nda, Eskişehirspor galibiyeti 3-0 ' lık skorla aldı ve artık 1.Ligde Ankara, İzmir, İstanbul takımları hariç bir takım daha vardı.

Eskişehirspor'un 1.Lige renk kattığı aşikardı. Amigo Orhan'la beraber her maçını iç sahada 15 bin dış sahada 5-10 bin arası seyirci izliyordu. Anadolu'nun her yerinden insanlar Eskişehirspor'u izlemek için kilometrelerce mesafe yol kat ediyordu. Her maçını 1000'e yakın kadın seyirci izliyordu. Takım ilk senenin verdiği heyecan ve tecrübesizliğe rağmen 8. olma başarısı gösterdi. 67-68 sezonunda, Fenerbahçe'yi 2. yaptığı için kovulan Abdullah Gegic ile sözleşme imzalandı. Efsane ekip tamamlanmıştı. Gegic'in antrenman programı çok sertti. Takım hergün üç idman yapıyor ve varını yoğunu ortaya koyuyordu. Gegic'le ilk sene 9.lukla sona erdi fakat sistem artık oturmuştu.

68-69 senesine gelindiğinde ise ES-ES Fırtınası patlamıştı. Ligin başında lider olan ES-ES için işler yolundaydı fakat takımın derdi İstanbul takımlarıyla oynanan maçlardaki İstanbul takımları lehine olan hakem kararlarıydı. Ali Sami Yen 'de ki Galatasaray maçınde Nihat Atacan'ın 2 golüyle öne geçen Eskişehirspor'u Avusturyalı hakem, çaldığı yalnış penaltı kararı ve Metin Oktay'ın golüyle durduruyordu. Maç 2-2 sona erdi ve belki de şampiyonluğun kaçtığı maç olmuştu. Aynı sene Türkiye Kupası'nda da finale kalan takım Göztepe' ye finalde kaybetti. Bu performans takımdan 10 oyuncunun Milli Takım'a seçilmesini sağladı.

Bir sonraki sene hedef yine şampiyonluktu ve tüm şehir buna inanmıştı. Takımın sol bek ve sol açık mevkilerinde oynayan Necdet Yıldırım hastalığı dolayısıyla vefat etti. Klüp önemli bir vefa örneği gösterip tüm maçlara siyah formayla çıktı. Eskişehirspor bu seneyi de 2. tamamlıyordu fakat şampiyon bu defa Galatasaray değil Fenerbahçe'ydi. Tüm otoriteler bu seneyi de geçen seneye benzetiyordu ki Türkiye Kupası macerası bu defa mutlu sonla bitti, finalde Bursaspor'u deviren ES ES ilk kupasını müzesine koyuyordu. 2 ay sonra Cumhurbaşkanlığı Kupası Finali'nde Galatasaray'ı da 3-2 yenen Eskişehirspor'da kaptan Fethi Heper kupayı o dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın elinden alıyordu. Bu kupalarla beraber Eskişehirspor için yeni bir heyecan başladı; Fuar Şehirleri Kupası ( UEFA KUPASI )




Eskişehirspor'un üstüste iki kupa kazanması takımda ki oyunculara transfer teklifi gelmesini sağladı. Özellikle Ender Konca, Nihat Atacan ve Fethi Heper golcülükleriyle bütün takımların hayalini süslüyordu. 1970 yazında Fethi Heper, Erdek'te tatil yaparken yanına anne tarafından akrabası ve aynı zamanda Galatasaray'ın yıldız futbolcusu Metin Oktay geldi. Metin Oktay, Fethi'ye Galatasaray için transfer teklifi yapmaya geldiğini belirtti. 450000 liralık transfer teklifini Fethi Heper reddetti. 2 gün sonra Bursaspor dan da transfer teklifi geldi. Onu da reddeden Fethi, Galatasaray'ın yaptığı son teklifin üçte biri fiyatına Eskişehirspor' da oynamaya devam etti.
70-71 Senesinde Fethi Heper'le beraber üç kulvarda yarışan Eskişehirspor, Türkiye Kupası ve Ligde etkili olamamıştı ama Fuar Şehirleri Kupasında ki Eskişehirspor-Sevila mücadelesi belki de şampiyonluğa bedeldi. Sevilla, İspanya Liginin en iyi takımlarından biriydi. 1905 'te kurulmuş köklü takım Sevilla'nın karşısına çıkan Eskişehirspor 5 yaşındaydı. ES-ES , yoksulluklarla, ihtilallerle, darbelerle mücadele eden Türkiye'nin sıradan bir Anadolu kentiydi. O güne kadar İstanbul takımları bile bir İspanyol takımını elemeyi başaramamıştı. Maç günü Sevilla'da termometreler 40 dereceyi gösteriyordu. Rakibini averaj takımı olarak gören Sevilla umduğunu bulamıyordu, bir nevi averaj takımı dişli çıkmıştı. 60. dakikada golü bulan Sevilla ilk maçı Roman Sanchez Pizjuan' da 1-0 kazanmıştı. Sevilla rahat kazanamamasına rağmen iç sahada gol yememişti ve avantajını sürdüyordu.

Artık eşleşmenin ikinci ayağına belkide bir mucizenin gerçekleştiği güne gelinmişti. Tarih 16 Eylül 1970 'di. Eskişehir deki tüm fabrikalar işyerleri ve devlet daireleri tatildi. Öğrenciler okula gitmedi. Eskişehir'de o çarşamba günü hayat durdu. Stada girebilen 20000 kişi şehrin en şanslı insanlarıydı. Şehrin geri kalanı maçı radyodan dinlemek zorunda kaldı.  Alman hakem ve Sevilla'lı futbolcular sahaya çıktığında Amigo Orhan'ın ateşlediği Eskişehirspor taraftarını görüp şaşkınlığa uğradı. Stat hınca hınç doluydu ve tahmin edilebileceği gibi inanılmaz bir tezahurat vardı. Eskişehirsporlu futbolcular bu duruma alışıktı ve maç bu atmosferde başladı. Eskişehirspor ilk yarı baskın oynamasına rağmen golü bulamadı devre arasına 0-0 ' lık skorla girildi. Sevilla tehlikenin farkına varmıştı ve geriye yaslanıp kontra atak futbolu oynuyordu nitekim bunda da başarılı oldu. 79. dakikada kontra ataktan golü bulan Sevilla rahatladı. Eskişehirspor'un artık 10 dakikada üç gole ihtiyacı vardı bunun Türkçesi imkansız kelimesine tekabül ediyordu. Umutlar tükendi ve stadın yarısı golden sonra boşaldı. 81.dakikada karambol pozisyon da kafayı vuran Fethi Heper skoru 1-1'e getirdi ve dışarı çıkmaya yeltenen bazı taraftarlar yerine oturmaya devam etti, Eskişehirspor Atatürk Stadyumu ayağa kalktı. Altı dakika sonra 25 metreden topa çok sert vuran Fethi skoru 2-1' e getirdi ve tüm Eskişehir'i ayağa kaldırdı. Sevilla şaşkınlığa uğradı. Tamamen savunmaya çekilen Sevilla'nın bozkırın ortasında kaçacak yeri kalmamıştı, İlhan sağdan depara kalktı ve ceza sahasına ortasını gönderdi, Fethi yine doğru yerdeydi ; 3-1. Bu defa tüm Türkiye ayağa kalktı. Statta kalanlar gerçek bir mucizeye tanık oldu. Eskişehirspor, İspanyol devini evinde bir mucizeyi gerçekleştirip devirdi. ES ES, Avrupada da tarihe geçmişti.




71-72 senesine gelindiğinde ise takım hücum olarak inanılmaz bir durumdaydı fakat savunma sıkıntısı yüzünden şampiyonluk yine kılpayı kaçtı. Ligde 40 gol atan takım dahi bulunmazken 63 gol atan ES ES, yine 2.oldu.
Bu seneden sonra efsane kadro yaşlanıyor ve eski verimi veremiyordu. Klübün asbaşkanı aynı zamanda finans kaynağı olan Yalçın Kılıçoğlu'nun da vefatından sonra Eskişehirspor'un mazisini güzel günlerden ziyade zor günler bekliyordu. Eskişehirspor, Anadolu Devrimcisi lakabını o günlerde kazandı ve hala bırakmadı.
Yazıyı böyle bitirmek belki de en uygunu : Eğer bu bozkır şehri 1965'e kadar sessizlikten sıkılmadıysa, 1965'ten sonra da gürültüden yıkılmayacaktı.

( Bu yazı şuan Eskişehirspor forması giyen oyuncuların ne derecede kutsal bir forma taşıdığının farkına varmaları için yazılmıştır. ) 

2 Mart 2012 Cuma

VILLARREAL C.F. EFSANESİ

1991 senesine döndüğümüzde Villarreal kasabası da İspanya daki diğer ufak yerleşim yerleri gibi alt liglerde sürünen bir futbol takımına sahipti.1991-92 senesinin sonunda şimdi  Avrupa futboluyla ilgili herkesin ismini ezbere bildiği El Madrigal stadyumunda Villarreal taraftarları Liga Adelante'ye yükselmenin coşkusunu yaşıyordu.
Villarreal camiası ve taraftarları Liga Adelante'ye bulundukları 5 sene boyunca alışmışlardı ki 97-98 sezonunda Liga Adelante'yi 2.sırada bitirip tarihlerinde ilk kez La Liga'ya yükselmenin coşkusunu yaşadı.Peri masalı yaşadıklarını düşünüyorlardı aslında o dönem için yaşamışlardı da fakat sonraki senelerde hayal edemeyecekleri kadar başarıya imza atacaklarından haberleri yoktu.
La Liga'ya yükseldikleri sene tekrardan Adelante'nin yolunu tuttular.Sonraki sene,70-71 sezonunda Valencia'yı şampiyonluğa ulaştıran Paquito'nun önderliğinde bir daha geri dönmemek üzere ve elit bir takım olacaklarından haberleri olmadan La Liga'ya yükseldiler.Paquito'yla yollarını ayıran Villarreal yönetimi geçmişin aksine takımı La Liga'ya yükselten teknik direktörle devam etmedi ve takımın başına Victor Munoz'u getirdi.Amaçlarına ulaşmış olacaklar ki Munoz ilk sene takımın küme düşmesini engelledi hatta ilk sene Munoz takımını 7.sıraya taşıyıp taraftarın gönlünü fethetti.Görevinin başında 2. ve 3. seneleri 15. sırada tamamlayıp alt lige düşmekten son anda kurtuldu.Vizyonun artık değişmesi gerekiyordu ve görevi sona erdi.
Villarreal yönetimi takımın başına Benito Floro'yu getirdi.Inter Toto kupası'ndan şampiyon olarak UEFA Kupasına katılan Villarreal,UEFA Kupasını kazanmaya da çok yaklaştı fakat yarı finalde bulundukları şehir olan Valencia'ya 0-0 ve 1-0'lık sonuçlarla kaybedip kupaya veda ettiler.Ligi de 8. sırada tamamlayan Villarreal'in teknik direktörü Benito sezon sonunda Mallorca'ya gitti,Villarreal taraftarı hayal kırıklığına uğramıştı ki takımın başına belkide Villarrrel'in başına gelmiş en özel kişi geldi : Manuel Pellegrini.




Pellegrini vatandaşları Sorin ve özellikle Riquelme liderliğinde oldukça kuvvetli bir kadro oluşturdu.UEFA Kupası yari finalisti takımı devir alan Pellegrini geldiği sene Villarreal'in ligi 3. sırada bitirmesini sağladı.Bir sonraki sene hedefi üst sıralarda istikrar sağlamaktı fakat bu gerçekleşmedi, Villarreal ligi 8. sırada tamamladı.Bu sonuç ne camianın nede taraftarın umrundaydı bunun nedeni de Villarreal'in Avrupa'nın en büyük kupasında ki macerasıydı.

2005-2006 Şampiyonlar Ligi sezonunda D Grubu'nda yer alan Villarreal'in rakipleri Lille,Benfica ve Manchester United'dı.United'ın son sırada tamamladığı grubu Villarreal 10 puanla lider tamamladı.Ne yazık ki kadro kaliteli olduğu kadar derin değildi.Pellegrini'nin bir nevi Lig veya Şampiyonlar Ligi seçimi yapması gerekiyordu ve görünen o ki Şili'li, Şampiyonlar Ligi'ni seçmişti.





Villarreal ikinci turda oldukça şanslı bir kura ile Glasgow Rangers ile eşleşti. Rangers'ı deplasman gol avantajıyla geride bırakan Villarreal'in çeyrek finalde ki rakibi İtalyan devi Inter'di.İtalya'da ki maçta Forlan'ın ilk dakikada ki golüyle öne geçen Villarreal'in sürpriz yapma şansı doğmuştu fakat Inter evinde 2-1'de olsa kazanmayı bildi.Rövanşta, El Madrigal'de pek şans tanınmayan Villarreal, Arruabarrena'nın golüyle 1-0 kazanıp adını yarı finale yazdırdı.

Villarreal'in yarı finalde ki rakibi Arsenal'di ve artık peri masalını gerçekleştireceklerine inançları tamdı.Efsanevi Highbury stadyumunda 1-0 kaybeden Villarreal'in rövanşta Madrigal'de Arsenal'i devirebileceğine herkes inanıyordu.Maç sinir harbi şeklindeydi.Arsene Wenger ve Pellegrini'nin ufak taktik hamleleriyle maç golsüz devam ediyordu.Arsenal gücüyle ters orantılı olarak fazla kontrollü oyunu tercih etti.Tam maç golsüz sona eriyor diye düşünülürken son anda Villarreal penaltı kazandı.Topun başına Villarreal'in ve Arjantin futbolunun en önemli oyuncularından Juan Roman Riquelme geldi.Takımın başarısında Pellegrini'yle beraber en büyük pay sahibi olan oyuncu 50.000 kişilik kasaba da herkesin heyecanını taşıyordu ve topu kaleciye nişanladı.Formayı yüzüne çeken ve penaltı noktasına yıkılan Riquelme belkide futbol tarihinin en önemli mucizelerinden birini gerçekleştirmesine bu denli yakınken kaçırdığı penaltıya yanıyordu fakat olan olmuştu.

50000 kişilik Villarreal kasabası belki de Dünya futbolunda bu güne kadar gerçekleşmemiş ve bundan sonra da gerçekleşemeyecek peri masalı hikayesi yaşadı.O gün o kaçan penaltıdan sonra Villarreal artık İspanya'nın elit takımlarından biriydi ve o seneden günümüze kadar hersene ilk 6 dan yerini ayırttı.Tarih onları 25 Nisan 2006 günü Madrigal'de o penaltının kaçmasına rağmen yazmıştı.